#instaquote

Franz Kafka şöyle demiştir: "Odandan çıkman gerekmez. Masanda otur ve dinle. Dinlemen bile gerekmez, yalnızca bekle. Beklemen de gerekmez; sadece sessiz, hareketsiz ve yalnız kalmayı öğren. Dünya, maskesinin kaldırılması için kendini kayıtsız şartsız sana sunacaktır. Başka seçeneği yoktur; kendinden geçmiş bir halde ayaklarının dibinde yuvarlanacaktır."

#başarınınyedispiritüelyasası kitabını henüz bitirmişim ve "evet işte bu!" derken buluyorum kendimi. Her bir maddenin hayatımda var olması ama tam anlamıyla uygulamıyor olmanın vermiş olduğu hüzün ile de kendimi yargıladığımı fark ediyorum. Sonra ilk madde geliyor aklıma ➡️Salt Mümkünlük. Yaşama uygulama kısmında daha ilk cümlesinde "yargılamaktan kaç" diyor. Ehh tabii zor olsa da olanı olduğu gibi görerek, niyet ve arzumla yoluma devam ediyorum.

Franz Kafka'dan geldik buraya... Son zamanlarda olmasını istediğim birkaç şeye fazlasıyla focuslanmıştım. Ama öyle böyle değil! Kafamda deli sorular ile hatalar bulmalara kadar. Sonra kitapta okuduğum diğer madde beni durdurdu. ➡️ Asgari Çaba Kuralı. Direnç göstermeme, uyum ve sevgi ilkesi. Okuduktan sonra "Ohh be tamam, bırak şimdi de bırak. Içinde bulunduğun an olması gereken, bırak aksın" dedim ve akabinde güzel şeyler olmaya başladı. Aktı, gitti...

Niyetimi ettim, sonucuna bağlanmıyorum.
Seda

Düzelse Saçmalık Olmaz mıydı?

Dr. Spencer değişimle ilgili tüm gerçekleri; kahramanlarını bir labirente atarak karınlarını doyuracak "Peynir"i arayan dört sevimli karakterli öyküyle anlatıyor. Karakterlerimiz ; Koklarca ve Koşarca adındaki fareler ve Mırın Kırın adındaki insanlardan ibaret. Bu dört karakter bizlerin karmaşık yapılarımızı temsil ediyorlar ve her birinin tek bir amacı var peynirlere boğulmak, rahat bir hayat sürmek. Ama karakterlerimizin yapılarından dolayı bu yol onlar için biraz çetrefilli geçiyor.

Değişimin farkına varıp değişime uyum sağlayamayanların nasıl ne şekilde olduğunu ve gerçekten değişime ayak uydurup eskiye takılmayanların nasıl olacağından bahsediyor. Kitabı okuduğunuzda hepsinin karakter özelliklerinden davrandığımızın farkına varacaksınız.

Kitaptaki peynir, elde etmeye çalıştığımız isteklerimizin simgesi labirent ise, bu isteklerimizin peşine düştüğümüz yer olarak simgelenmiş. Öyküde kahramanlar hiç beklemedikleri değişikliklerle yüz yüze geliyorlar, gerçek hayatınızda siz ve etrafınızdaki her insan gibi başlarına birçok şey geliyor. Gerçekçi olmasından dolayıdır ki kitap okuyucularına mutlaka yararlanacakları dersler veriyor; değişime kolayca uyum sağlamalarına yardımcı olmakla birlikte korkmadan adım atmanın cesaretini veriyor.

Aslında kitapla ilgili her şeyi yazmak istiyorum, ancak kısa anlatımlı ve okunması hızlı bir öykü kitabı olduğu için size sadece belli birkaç noktayı yazmak istiyorum. Sizlerin kitabı okuyarak iletilmek istenilen mesajı, değişim adımlarını fark edip atmasını istiyorum. Peyniriniz kapılmadan siz o peyniri değişimi destekleyerek keşfedin, bulun ve tutun.

Kitabın ara ara sayfalarında her adımda öğrendikleri mesajların derlemesi var. Bu derlemelerden birkaçı şöyle;

  • Peynire sahip olduğunu bilmek mutluluk vericidir.
  • Değişmezsen sönüp gidersin.
  • Peyniri sık sık kokla ki bayatladığını anlayabilesin.
  • Yeni bir yöne hareket edersen peyniri bulman kolaylaşır.
  • Korkularının ötesinde hareket edersen, kendini özgür hissedersin.

Kitabı okumaya başladığınız an “Değişim” gözlüğünüz ile okumanızı öneririm. Her ne kadar değişim kelimesi içimizdeki korku, stres veya endişe gibi duyguları tırtıklasa da şu an ki dönemde de yaşadığımız üzere değişim kaçınılmazdır.

Belki değişmemek, kontrolün elinde olmasını biliyor olmak iyi hissettiriyordur ama şunu da unutmamak gerekir ki değişim sürecinin zor olabileceği veya uyum sağlayamama korkusudur bizi kaygılandıran.

Kitabı okuduğumda birçok cümle ve soruyu not almıştım, bir tanesini şuraya yazıp sizi soru ile baş başa bırakıyorum;

“Bana bak Kırın, her gün aynı şeyleri yapıyorsun sonra da neden hiçbir şey düzelmiyor diye soruyorsun. Düzelse saçmalık olmaz mıydı?”

Seda

Uyuyan Güzeli Uyandırdınız mı?

Ev inzivası sayesinde her birimizin inzivaları şenliğe dönüştü, dönüşmeye de devam ediyor. Sanatçı ruhunu gün yüzüne çıkaranlar ve bunu takip eden kültürel, yogasal, meditatif anlar ve mutfaksal çalışmalar. Kimimiz heyecanla 11 Mayıs tarihinde kısıtlamalar içerisinde açılacak olan AVM’ler ve kuaförlere “normalleşme” dediğimiz kelimeyi anlamlaştıracak ilk adımı atacak olan insanları takip edeceğiz. Ki tam da herkes kendi kendine yetebilmeyi öğrenmişken…

Virüsün oluşumu, yayılması ve ardından herkesi inzivaya almış olması birçok kişi tarafından duraklama dönemi olarak düşünüldü ve durulması gereken an şeklinde yorumlandı. Peki, içinde bulunduğumuz bu anda daha bi’hızlı akmadı mı zaman? İçimizdeki uyuyan güzeli uyandırmak için arayışlara girmedik mi? Belki de uyandıramadık, ne önemi var ki? Akış istediğimiz gibiyse, dinlendiğim an içerisinde mutluysam ihtiyacım olanı bulmuşumdur. Katılmış olduğum bir eğitimde danışan bu konuya benzer hikayesini anlattı. Hiçbir şey yapmadığından şikayet ediyor ve her gün sabah 6’da uyandığı halde şimdilerde uyanamamasını kendisine problem haline getirmişti. Eğitmen duygu/ ihtiyaç çalışmasını yapmasının ardından, danışandaki farkındalık ve o anki yüzündeki zorundalıksız mutluluk. Çünkü süreci değerlendirdiğinde “dinlenme ihtiyacı”ndan doğan bir şey yapmama durumunun farkına varmıştı. Evet yapması gerekmiyordu. Herkesin üretkenlik ve içindeki uyuyan güzeli uyandırdığı dönemde kendisinin eylem zorunluluğu hissetmesi gerekmediğinin farkına varmıştı. Yani içimizdeki uyuyan güzel yavaş uyanmak istiyordur veya istemiyordur olamaz mı? Olabilir!

Hatta son zamanlarda sıklıkla çevremdeki insanlardan aldığım bir soruyla tam da şu ana ekleme yapmak isterim. Soru şu; “Akşama kadar evde sıkılmıyor musun, neler yapıyorsun?” Bu soru sorulup bittiği andan itibaren başlıyorum anlatmaya. Daha tazecik bu soruyu duyup cevap verdiğimin andan itibaren “bir dakika” dedim. İç ses devrede; “Evet Malta’dan döndüğün zaman ara vermiş olma nedenin ile keyifli birçok aktivite yapıyordun, sürekli bir şeyler içerisinde olmak iyi hissettiriyordu ama şimdi anlattıklarını duydun sence de biraz fazla ve hızlı değil mi bunlar? Heyyy!”

Ne yapıyordum?
Neden sürekli bir üretimin akışında olma ihtiyacı hissediyordum?
Zorunda mıyım? (Dilber Ay tarzında okuyun lütfen 😊 )

Şu güzelim sorulara verdiğim cevaplar sayesinde bu haftamı daha sakin geçirdim. Durdum, nefes aldım ve ayrıştırdım. Hız yapmanın gerekmediği bu yolculukta 200 km ile gitmenin ne gereği vardı ki! Kendime iyimser bir tavır takındım ve kendimi şefkatle kucakladım. Son zamanlarda katıldığım her webinarda duyduğum kelimedir; öz şefkat…

Neden öz şefkat?

Evden çalışma yoğunluğu, duygusal dayanıklılığımızın sınıra dayandığı, farkındalık ve odağımızın kaybolduğu anlar peki…Yönetebilme (ev, iş, okul,..vb.) ve yıkılmadım ayaktayım kaygısı ile öz şefkati atlamış olabilir miyiz?

Burada hemen kendimize dair farkındalığımızı geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Duygu ve davranışları gözlemleyerek, iç sesimizi- o içinizdeki uyuyan güzeli bi’ dürtmeden- kendimizi dinleyerek, şu an hangi duygunun ihtiyacını hissediyorum, neye ihtiyacım var? Bu ihtiyacımı ne engelliyor? Neler yapabilirim? Şeklinde birkaç soru ile kendimizi kucaklayabileceğimize ve kendimize iyi geleceğimize inanıyorum.

Ve son olarak yeni dünyayı belirleyen güçlü kelimelerden biri olacak şefkat/ öz şefkat. Kendimize acımasız olmadan, denge halinde yolda olmaya devam etmek inanın yolculuğun en keyiflisi!

Seda

Richard St. John / Başarının 8 Sırrı

TED konuşmalarını izlerken daha önce duyduğum ama bir türlü izleyemediğim TED konuşmacılarından birinin konuşmasını hatırladım: Richard St. John / Başarının 8 Sırrı

Richard St. John diyor ki: “ Bu aslında lise öğrencilerine 2 saatte yaptığım sunumun 3 dakikaya indirilmiş hali.” Evet ve TED tarihindeki en kısa sunum olarak da yerini alıyor.

Uçakta yanına oturan bir lise öğrencisinin ona bir soru sormasıyla başlıyor; “Başarıya yol açan nedir?” net olarak bir cevap veremiyor ve kendini kötü hissediyor. TED’e geldiğinde de “bu kadar başarılı insanın içindeyim, peki başarılı olmalarına ne yardım etti diye sorup bunu gençlere aktarmıyorum?” diyor ve 7 yıl 500 röportaj sonrasında neyin başarıya götürdüğünü şöyle sıralıyor: -Detaylı açıklamaları videodan dinleyebilirsiniz-
  • Tutku Duy
  • Çok Çalış
  • İyi Ol
  • Odaklan
  • Kendini Zorla
  • Hizmet Et
  • Fikir Bul
  • Israr Et

Üç dakikalık slayt gösterisini izlemek için;

Avonlea'ya Yolculuk!

İlk kez bir dizi ile ilgili bir şeyler yazacağım ve heyecan doluyum! Bir dizi hakkında yazacak olmak heyecan ve mutluluk verebilir mi? Yazdıklarımı okuduğunuzda beni destekleyeceğinize de emin olmakla birlikte yürekleri sıcacık yapan ve oyunculuklarıyla takdiri hak eden bir dizi: Anne with an “E”

“Netflix dizi önerileri” yazınca upuzun listeler ile karşılaşabilirsiniz ama benim şu an size önereceğim dizi tabii ki de şüphesiz bu olacaktır. Özellikle de dönem dizilerini seven herkesi izlemeye davet ediyorum. Tek özelliği dönem dizisi olmamakla birlikte yazının içerisinde spoiler vermeden biraz biraz değineceğim.

Dizi L.M. Montgomery’nin 1908’de yazdığı ‘Anne of Green Gables’ kitabının bir uyarlaması. İlk bölümüne Malta’da başlamıştım ama devam edememiştim. Upuzun konuşmalar olması küçük telefon ekranından çok zordu ve devamını izleyemedim. Türkiye döndükten sonra o şansı verdim ve bir solukta izlediğim duygulandığım ve coştuğum bir dizi oldu.

Dizinin konusuna gelecek olursak; 1890’larda Kanada’da, Green Gables’da yaşayan ve artık yaşlandıkları için ev ve çiftlik işlerine yardımcı olması adına erkek çocuk evlatlık almak isteyen yaşlı kardeşlerin hayatına, bir karışıklık sonucu müthiş bir şekilde giren Anne ile hikaye başlıyor. Anne’in heyecanıyla ve kendini kabul ettirme gücüyle başlayan hikaye hiç de kolay olmuyor. Geldiği günden itibaren Avonlea’daki insanlar tarafından saç rengi ve çillerinden dolayı farklı gelmesi ve evlatlık edinilmesi nedeniyle pek de kabul edilmiyor. Dışlanıyor ama pes etmek yok! Yardımseverliği ve arkadaşlığıyla herkesin gönlüne dokunmayı başarıyor, hem geldiği aileye hem tüm Avonlea halkına hem de izleyicinin gönlüne…

Tüm sezonu bitirdikten sonra – hayır aslında- her bölüm sonunda hayal etmenin gücüne bir kez daha inandım. Hayalleri ile yetimhanede ve gittiği diğer ailelerde hayalleriyle hayatta kalan inanılmaz bir hayal gücü. Her şeyin zihinde yaratılan bir oyun çemberi olduğunu düşünürsek hayal gücümüz ile her şeyin mümkünatına inanıyorsunuz. Diyaloglar, sahneler, toplum ilişkileri ve daha pek çoğu öyle güzel konu ediniliyor ki sadece hayal etmenin gücünden bahseden bir dizi değil; ayrımcılık, ırkçılık, cinsiyet eşitsizliği, ifade özgürlüğü, kendini olduğun gibi sevmek, LGBTQ hakları ve feminizm konularını ön plana çıkartarak her birinin incelikle ve başarılı oyunculuklarıyla işlenmiş bölümler.

Yazımı sonlandırmadan belirtmek isterim ki 3 değil de 10 sezon olsa da yüreğinize her anlamıyla dokunacağı ve izleteceği kesin olan bir dizi.

Keyifli seyirler 😊
Seda  

Şu “Feedback” Dedikleri

Günlük hayatımızda dillere pelesenk olmuş iş terimidir geri bildirim (ing: feedback). Her çalışanın zaman zaman veya belirli dönemlerde bağlı olduğu uzmanından, yöneticisinden veya müdüründen geri bildirim alması gerekir ki gerektiğine inananlardanım. Bu süreçte kişi açısından yaptığı işteki zamanını ne kadar etkin kullandığının ve üstlendiği işte belirlenen süre içerisinde ne kadar gelişim sağladığının bilmesi açısından önemlidir. Geri bildirim hataların düzeltimi ve öğrenmenin etkili yöntemlerinden biridir, tabii doğru uygulandığı sürece.

Kelime anlamı olarak geri besleme ya da geri bildirim bir sürecin basamaklarındaki bir değişimin önceki bir basamağa etki etmesi ve neden-sonuç ilişkisi içerisinde bir döngü oluşturması olayına denir. Aslında yapıcı ifadeler ile kişiye dokunmaktır. (Vikipedi)

Kelime anlamına baktığımızda her ne kadar kolay bir şey gibi görünse de işin özünde bir kişiye geri bildirim vermek ne yazık ki o kadar da kolay olmuyor. Çünkü karşımızdaki kişi ile o sürece adım attığınızda duruşunuzdan, ses tonunuza ve ifade edeceğiniz her cümleye dikkat etmeniz gerekebiliyor. Neden mi? Çünkü çalışan verilen geri bildirimin kesinlikle gerçeği yansıtmadığını ve kendisinin her zaman çok iyi olduğunu yöneticisinin veya müdürünün yanlış açıdan baktığını düşünür, sizin söylediğiniz her cümleyi de başka anlamlara götüreceği gibi kabul de etmeyecektir.  İş hayatında genel olarak kişilerin açığını yakalayarak onları rencide etmekten kaçınan, onları kırmadan bir şeyler yapmaya çalışan kişiler olamıyoruz, olmaya çalışsak da bazen aksaklıklar yaşayabiliyoruz. Ki bunun temeli yetiştirilme tarzımızla alakalıdır. Çocukluktan yetişkin bir birey olana kadar toplum tarafından hep karşı tarafı incitmeme üzerine yetiştiriliriz. Karşı tarafa söyleyeceklerimiz var ise ‘’şimdi bu şekilde söylesem kırılacak, nasıl söylesem, en iyisi üstü kapalı bahsedelim ya da hiç kötü bir şey söylemeyelim’’ şeklinde düşüncelerimizden dolayı bu süreç hep sancılı olmuştur.

Geri bildirim vereceğiniz kişi ile iletişime geçtiğinizde aslında kişinin duruşunu aynalayarak (koçluk çalışmalarında da kullanıyoruz), ses tonunuzu da onun konuştuğu tonda ayarlayıp geri bildirim sürecine başladığınız da evet artı bir puan aldınız, güzel başladınız. Peki sonrası? Sonrasında başlıyorsunuz; "Senin bu iş için ne kadar emek sarfettiğinin ve dikkatli olduğunun farkındayım "AMA" son zamanlarda yaptığın hatalar ile müşteriye karşı olan itibarımızı zedeledin." cümlesi ile kişiye ifade de bulundunuz. Peki sizce bildirim verdiğiniz kişi cümlenin hepsini mi, amadan öncesini mi sonrasını mı hatırlıyor? Tabii ki de amadan öncesi kişi de silindi gitti amadan sonrasına odaklandı ve o andan sonra ne dediyseniz emin olun ki duymayacaktır. Çünkü güzel başladığınız geri bildirim cümlesinin ortasına ‘’ama’’ yı ekleyerek ifadenize ket vurdunuz. Tabii bu da süslü cümlelerle ne demek istediğinizi atlayın demek değildir. Kişiye iletmek istediğiniz mesajı net bir şekilde ifade etmeniz süreci sağlıklı kılacaktır.

Olumsuzluklarla devam edip sonlandırılan geri bildirim süreçleri ne yazık ki sağlıklı olmuyor. Kişide bıraktığınız etki stres, gerginlik ve cevapsız sorulardan ileri gidemiyor. Bu nedenle günlük hayatımız her anında ailemiz, arkadaşlarımız ile ilişkilerimizde aslında geri bildirim cümlelerine çalışmalıyız.

Peki yukarıda belirtmiş olduğum cümleyi daha yapıcı nasıl ifade edebilirdik bakalım; "Üzerinde çalıştığımız projenin bizler için ne kadar önemli olduğunun farkında olduğunu görüyorum ve bu süreçte daha detaylı düşünüp, tüm olasılıkları gözden geçirmemiz bizler için iyi olacaktır. Hatta süreç boyunca notlarımızı birbirimiz ile paylaşmamızın yararı olacağını düşünüyorum." şeklinde ifade ettiğiniz de bildirim verdiğiniz kişi kendisinin iyi olma isteğinden ötürü destekte bulunduğunuz için mutlu olarak ayrılacaktır ve kendisinin biraz daha farkına varacaktır.

Geri bildirim demek sadece gelişime açık yönlerini tek tek sıralamak değildir. Önemli olan daha yapıcı bir dille neyi iyi yaptığını ve neyi daha iyi yapabileceğini konuşmaktır.

Acar Baltaş’ın Türk Kültüründe Yönetmek kitabında başkalarından alınan geri bildirimin, beceri gerektiren işlerde kendini geliştirmek açısından önem taşıdığından bahsediyor ve geri bildirim yoluyla 3 mesajın verildiğine değiniyor;

  • Yapmakta olduğun…… işleri yapmaya devam et.
  • Seni verimli olmaktan alıkoyan ….. işleri yapmaktan vazgeç.
  • Performansını yükseltmek için……. davranışları sergilemeye başla.

Kişinin güçlü yönleri ile farkındalığını gün yüzüne çıkarttığınız taktirde başarısında ne kadar etkili olduğunu ve iş doyumunu gösterecektir. Hatta bu aidiyet duygusunu da artıracağı gibi iş devrini de azaltacaktır. Çünkü siz çalışana güven verdiniz, önemsediğinizi hissettirdiniz.

Tabii bu da şu demek olmuyor; geri bildirim sürecindeki cümlelerimizi iyileştirdik, süreç hıphızlı olsun demek değildir, sürece hızlı etki edebilecek bir süreç de değildir. Geri bildirim sürecinin etkisini kazanmak ve alışkanlığa dönüşmesi için çalışmayı aileniz ve iş arkadaşlarınız ile çalışarak ilk adımı atabilirsiniz. Hattaaaa Koçluğun vermiş olduğu yetkiye dayanarak aklıma gelen güzel bir soru cümlesini de hemen şuraya iliştirmek isterim, geri bildirim cümlelerinizi ifade ettikten sonra karşı tarafa şunu sormak kulağa nasıl geliyor; "Ne hissettin?"

Denemelerinizi sizlerden duymayı çok isterim. İletişime geçerek deneyimlerinizi benimle paylaşır mısınız? 😊

Seda

Bugünün kitaplık haberi “Dört Anlaşma”

Bugün okurum, yarın okurum iki gün sonra okurum derken sonunda kitabı okudum sevgili arkadaşlar. Ben hep okuduğum kitapların o an o zamanda okunması gerektiğine inananlardanım belki de bu nedenle uzunca bir süre kitaplığımda bakışıp durduk 😊

Dört Anlaşma’yı 1,5 günde okudum. Hayatınızda kılavuz niteliğinde olabilecek kitaplardan biri diyebilirim. Aranızda yazar ve kitabı ile daha önce tanışmış olanlarınız olabilir ya da kimimizin kitap ile ilgili bir fikri de olmayabilir.

Kısaca bahsedecek olursam;

Kitap bizlere dört anlaşma sunuyor ve anlaşma kendimiz ile yapacağımız dört anlaşma. Anlaşmanın amacı; hayatımızı daha yaşanılabilir, anlamlı ve huzurlu kılmak... Hatta hemen uygulamaya almak zor olsa da yavaş yavaş uygulama kısmına geçtiğimizde her şeyi daha açık görebileceğimizi, kendimizi daha çok sevebileceğimizi, takılmaması gereken şeylere daha az takılacağımızı, küçük şeylere üzülmemeyi hayatımıza alacağımız anlaşmalarımız olacak. Tabii bu şu demek değil; okuduk da aydınlandık, artık hiçbir şeye takıntı yapmayacağım, üzülmeyeceğim. Yazdığım gibi uyguladıkça olabilecek bir şey. Hatta hayatınızda duyduğunuz ve belki de derinleştiremediğiniz bazı anlaşmalarınız kitapta yazanlar ile anlam kazanacaktır.

Peki nedir bu dört anlaşma?

1- Kullandığın Sözcükleri Özenle Seç
Ruiz’e göre ilk anlaşma dört anlaşmanın en önemlisi ve aynı zamanda da uyulması en zor anlaşmadır. Seçtiğiniz sözcükler ile büyü yaptığımızı dile getiriyor. Tabi bu öyle bildiğiniz büyülerden değil. Sözcüklerin bizim yaratma gücümüz olduğunu kullandığınız cümleler ile ya sözü kötüye kullanacağımızı ya da sevgi, güzellik ve dünyadaki cenneti yaratabileceğimizi belirtiyor. Örneğin; sabah kendinizi çok mutlu hissederek uyanıyorsunuz. Kendinizi harika hissediyorsunuz. Aynanın önünde bir iki saat kalıp özenle kendinizi güzelleştiriyorsunuz. Güzel ve mutlu bir şekilde caddede yürürken, yakın arkadaşınızla karşılaşıyorsunuz. Arkadaşınız sizi baştan aşağı süzerek şöyle diyor: “ Ne oldu sana böyle? Bu elbiseyi çok mu aradın? Sana hiç yakışmamış. Üzerinde kötü duruyor.” Ve bunları dediği anda sizi cehenneme götürüyor ve sizi incitmek için söylediği kelimeler ile sizi incitti. Ve siz tüm söylenenleri kabul ettiniz. Aslında siz tüm gününüzün bu kötü büyü ile geçmesine izin verdiniz.

Sözün ne olduğunu ve sözün ne yaptığını anlamaya başlamamız gerekiyor.

2- Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama
İkinci anlaşma dillere pelesenk olan cümlemiz ile ilgili. Yukarıda yazdığım örnekten yola çıkalım; “ Ne oldu sana böyle? Bu elbiseyi çok mu aradın? Sana hiç yakışmamış. Üzerinde kötü duruyor.” Bu ve benzeri cümle veya kısa ve büyüleyici kelimeler kurulduğunda bunu kişisel algılamamaktır. Çünkü bu seni gerçekten öyle yapmıyor, gerçekten o elbise sana yakışmamış olamaz. Bu karşınızdakinin kendi düşüncesi ve o an ki ruh hali ile ilgili. Tabii bu sadece olumsuz kelimelerle ilgili değil. Bugün harika görünüyorsun dediği zamanda kişisel algılamamaktan bahsediliyor. Çünkü karşınızdaki o gün çok mutludur ve iki dakika sonra bir şeye kızıp kötü bir şey söylemeyeceğinin garantisi yok. Her iki durumda da sözlerin bizi etkilememesi gerektiğinin farkında olmalıyız. Çünkü biz kendimizi biliyoruz. Ve bizi mutlu edecek veya inciten yine biziz. Hatta bir öneri de var; bu maddeyi bir kağıda yazıp gözünüzün önünde bir yere asın ve sürekli kendinize hatırlatın: Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama!
-Bu anlaşma efsane adım-

3- Varsayımda Bulunma
Üçüncü anlaşmamız varsayımda bulunmamaktır. Her şeyle ilgili varsayımlarda bulunma eğilimimiz vardır. Varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki gösteririz. Varsayım nedeni olarak; bir şey anlamadığımızda varsayımlarda bulunarak ona anlam vermeye çalışırız. Kendimizi güvende hissetmek, anlam bulmak ve haklı çıkma ihtiyacı duyuyoruz ve böylece varsayıma başvuruyoruz.

Bir durum söz konusuysa varsayımlara geçmeden önce sorular sorarak durumu netleştirebiliriz. Sorunun gücüyle kendimizi bu büyünün içine hapsetmiş olmayacağız da. Zor anlaşmalardan biri ama yapılamayacak anlamına da gelmiyor. İçsel huzur veya takıntı yapmamak adına bir adım atılabilir ne dersiniz?

4- Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap
Bu anlaşma diğer anlaşmaların kalıcılığını sağlayacak anlamadır. Diğer anlaşmaların aksiyonudur.

Her koşul altında, daima en iyisini yapın, ne daha fazla ne daha az. Ama şunu daima hatırlatmanızda yarar var: An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır. Çünkü diyor; sabah taze ve enerjik olarak yaptığınız en iyiyle, akşam yapabileceğimiz en iyi aynı olmayacaktır. Gün içinde duygu değişim durumunuz gibi andan ana, saatten saate olan değişiklik gibi en iyiniz değişecektir. Bu anlaşma bahsettiklerimiz yukarıdaki anlaşmalar içinde geçerlidir.

Son anlaşmamızdan da bahsetmişken anlaşmamızı anlamlandıracak bir Ruiz’in kitapta bizimle paylaştığı bir hikayeyi yazmak isterim, yapacaklarımıza ışık tutacağına inanıyorum.

Acısını dindirmek isteyen bir adam kendisine yardım etmesi için Budist tapınağındaki bir ustaya gider. Adam ustaya sorar: “Usta günde dört saat meditasyon yapsam yüksek bilince ulaşmam ne kadar zaman alır? ”

Usta adama bakar “Eğer günde dört saat meditasyon yaparsan belki on yıla yüksek bilince ulaşırsın.” der.

Adam durur, düşünür ve sorar: “Peki günde 8 saat meditasyon yaparsam ne kadar zamanda yüksek bilince ulaşırım?”

Usta adama bakar ve cevap verir: “Eğer günde sekiz saat meditasyon yaparsan belki yirmi yıla yüksek bilince ulaşırsın.”

Adam şaşırır ve sorar: “Ama daha çok meditasyon yaptığım halde neden daha uzun zaman alıyor?”
Usta tebessüm eder: “Sen bu dünyaya hazzı ve yaşamı feda etmek için gelmedin. Yaşamak, mutlu olmak ve sevmek için buradasın. Eğer iki saatlik meditasyonla yapabileceğin halde, sekiz saat meditasyon yapmaya kalkarsan yorgun düşersin, amacından saparsın ve yaşamdan haz almazsın.
Yapabileceğinin en iyisini yap. O zaman meditasyonun süresinin değil, yaşamının, sevmenin ve mutlu olmanın önemli olduğunu anlarsın.”

Kendimizle anlaşma yapmaya karar verdik diyelim. Anlaşmaları hayatımıza uygulamaya karar verdiğimiz anda da her zaman elimizden gelenin en iyisini yapmayı amaçlamalıyız. İlk seferde uygulayamasak da daha iyisini yapmak için adımımızı atalım. Pes etmek yok! Ama şunu da unutmamak lazım, anlaşmaların bize acı çektirmesi hedefinde değiliz, yapabileceğimiz iyinin bizi yormaması gerekir daha daha fazlası için değil, vicdan yaparak azını yapıp bırakmak da değil, bu durum da bizi mutsuz eder. Dengeli olarak kendimizle anlaşmalara başlayalım. Unutmamamız gerekir ki hayatta her şey dengeli siz de kendi dengeniz ile harekete geçin!

Seda

Etkili Not Almayı Kim İstemez ki!

Merhabaaaa!

Çok çalışıp, çok dinlenip, çok öğrenip, çokça da yoga ve meditasyona ve ailemize zaman ayırdığımız günlerden merhaba. Resmi karantinamın bitişini sağlıkla ve alkışlarla kutladığım bir günden de merhaba!

Not almak ne kadar zordur değil mi? Anlatan kişinin anlattığı konu bir de aşırı ilgimizi çeken ve bize katkı sağlayacak bir konu ise her şeyi yazmak için konsantre olmuş halde ve yazma hızımızla notları almaya odaklanıp her bir noktasını yazmaya çalışırız. Ama bu da anlatan kişinin söylediği her şeyi yazmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Etkili not tutmak ve sonra okuduğumuzda ‘’Ne demek istemişim burada, neden bu şekilde not almışım, yazdığımı da anlamadım’’ dememek için size bugün etkili not tutma yöntemi olan Cornell metodundan bahsetmek için geçtim klavyenin başına. Her ne kadar lise ve üniversite öğrencileri için tasarlanmış bir model olarak belirtilse de bence iş insanlarının da işine yarayabilecek bir yöntem. Neden olmasın ki?

Kısaca bahsedelim;

Walter Pauk'un geliştirdiği bir modeldir Cornell metodu. Sağa eklediğim görüntü de gördüğünüz gibi not kağıdımızı işimize yarayacak şekilde ayırıyoruz ve ilgili kısımlara kendi duyduklarımızla, anlayacağımız şekilde notları almaya başlıyoruz. Sırasıyla aşağıda yazdığım gibi notları almamız etkisini arttıran yöntemdir, benden söylemesi. Adımlarımız şöyle;

Başlık kısmına; katıldığımız ders, seminer, eğitim, vb. başlığı yazıp tarih ve konuyu yazıyoruz.

  • Kaydetme (record)
  • Kısaltma (reduce)
  • Tekrarlama (recite)
  • Yansıtma (reflect)
  • Gözden geçirme (review)
  • Örnekleme (sample)

Metodun yöntemi her ne kadar etkili olsa da her birimizin kendi not alma yöntemi oluyor. Şimdilerde aldığım online eğitimleri bu şekilde notlayarak denemeye başladım. Tekniği hemen uygulamayacaksak da aklımızın bir köşesinde Cornell metodunun da olduğunu unutmayalım.

Seda

Kaynak: Kocakademi.com



Peki Şimdi N’olacak? -2

Peki Şimdi N'olacak? - (1. Bölüm) için buraya tıklayın.
Farklı kültürleri tanımak yazmıştım. Kolombiya, Almanya, Brezilya, Rusya, Meksika, Ukrayna ve tabi ki de Malta’nın vazgeçilmezleri İtalyanlar. Malta özellikle Ruslar, İtalyanlar ve Maltalı üçlüsünden oluşuyor. Türkler gibiler her biri her yerde. Hal böyle olunca da herkesten bir şeyler duyuyorsun dinliyorsun. Ülkelere özel mimikler ve el hareketlerini, sevgililer günü var olan ve olmayan yerleri hatta farklı günlerde farklı şekilde kutlamaları öğreniyorsun. Örneğin; Rusya’da Türkiye dizilerinden Muhteşem Yüzyıl’ı izlemeyi çok seviyorlarmış çok ihtişamlı diye. Bir diğeri Türkiye’de kadınların akşam tek başına dolaşmasının yasak olduğunu zannediyormuş. Bu konuda 8 Mart zamanı açıldı. Bu konudan konuşurken Instagram’da bir afiş gördüm ve çevirip anlatmaya başladım (maalesef şu an o afişi bulmam çok zor, hatırlamıyorum da) ve bana bunu söyleyip şöyle soru yöneltti; “eşin seni nasıl tek başına bıraktı, nasıl gelebildin?” Çünkü ona göre bu izinli ve onay alınması gereken bir durumdu.

Hayatımda bu deneyimi yaşadığım için çok mutluyum. Kaldığım aparttan dışarı bakıyorum deniz, sağım solum tasarımsal dış cepheli evler. Renkliler, sakin Malta halkı. Bir yere yetişme derdim yok, her yere yürüyerek gidebiliyorsun. Kısa süreli de olsa sakin kalabilmek, bir iş yetiştirme, bir yere yetiştirmeme kafası harika kafa! Pazar günü öğlenden sonra her yer tatil bu durum bana ekstra dinlenmemi, yaşam mutluluğumu hatırlatıyor. Yaya geçidine adım attığın an arabalar duruyor ve arkada bekleyen arabanın bir kere dahi kornaya bastığını duymadım. Bunu burada hiç duymadım desem? Çünkü birbirlerine, yayaya inanılmaz saygılılar. Aşırı trafik lambası yok insanlar birbirlerini bekliyorlar, mahalleler de çöp kovası yok mesela. Çöpleri ayrıştırıyorlar ve çöplerin gün ve saatleri var, o zaman gelince kapının önüne güzelce bırakıyorsun ve görevliler alıyorlar. Malta’da bana en en ilginç şu geldi, 2-3 tane kedi ya var ya yok, hep köpek var ve bunlar sahipli köpekler. Akşamları küçük turlarda görüyordum.

Sonraaaaa gel zaman git zaman derken virüs Malta’ya da sıçradı. Hemen önlemler alınmaya başlandı. Vaka sayısı az, ölü sayısı yoktu ama okulları tatil ettiler bu durumda dil okulları da 1 hafta ara verdi ama belirsiz bir 1 haftaydı. O arada panikle çoğu insan ülkesine dönüş yaptı, diğer bir kısım da bir umut ikinci hafta kursa gitmeyi bekledik ama tabii iş öyle olmadı. Tatilin üçüncü günü 17 Nisan’a kadar tatil edildiği bilgisi paylaşıldı ve gidiş gelişler kapatılacağı için de ülkemize güzelce dönmemiz bilgisi paylaşıldı. Kalanlar kaldı, dönmek isteyen herkes dönüş yaptı. Süreç ne gösterecek bilemiyoruz, kalan eğitim hakkımız saklı ama ne zaman, nasıl olacak fikrimiz yok. Şimdilik belirli günlerde canlı yayın ile konular anlatıyorlar kitabı işliyoruz. Bir yanımız virüs diğer bir yanımızı da bahar bahçe yapmaya çalışıyoruz.

Şimdiler de her birimiz gibi ben de evdeyim, kendi karantinamdayım. #14gün ile evde kalmanın tadını çıkarıyorum. Ardından ohhh hadi dışarı çıkıp dolaşayım diye bir durum söz konusu değil sakin olalım. Bu benim yurtdışından gelmiş olmamdan kaynaklı önlem olarak 14 günüm ama sonra tabi ki de hala aktif olarak virüs var dışarıda ve ben hala onu taşıyabilirim. Gerekli önlemler ile kontrollü, ihtiyaçlar dahilinde dışarı çıkıp geleceğiz.

Durumlar böyle sevgili dostlar. 1,5 ay öyle böyle geçti. Çok eğlendim çok öğrendim. Şimdi bloğa akın etme zamanı! Koçluk seansları zamanı! İK yapma zamanı!

Sevgiyle kalın #evdekal ın; çünkü evde hayat var! Çok yorulmamış mıydınız? Sakin kalın, mutlulukla ve hayalle de kalın!

Seda

Sevgili Blog...

Defterde günlük yazma işinde pek başarılı olamasam da -çünkü günlüğüme anlatacak çok konu oluyor ve yazarken ellerim, kollarım ağrıyor- blogda günlük konulu yazılar yazmayı çok seviyorum.

Korona günlüklerimde de karantinamın 7.günü ve her güne bir sürü aktivitem var. Yapılacaklar listem kısa ama anlamlı. Malta’da tek odak noktam İngilizceydi ve şimdilerde diğer konularla da ilgilenmek karantinalı günlerimi şenlendiriyor.

Neler mi yapıyorum;
Bol Bol Kahkaha Atıyorum.
En son katıldığım aktivitemi yazayım hemen size; İzmir Kahkaha Kulübü’nün tabii ki de “Kahkaha Yogası” etkinliği. Şu an birçok aktivite sanaldan olabiliyorken ve katılımı çok da güzelken neden kahkaha yogası da sanaldan yapılamasın ki? Meraktan birine katıldım, şimdi her aktivitelerine katılıyorum. Çünkü evdeyiz, çünkü gülmek iyileştirir, çünkü gülmek karın kasını çalıştırır! Yaptıkları yoga bağımlılık yarattı, her kahkaha yogası aktivitelerine itinayla katılıyorum.

Duygu Yılmaz Hancılar ve Aydan Çağ Aydın’a bir de buradan teşekkür etmek isterim. Kahkaha yogası bu kadar merak edilirken sanal ortamda birçok insanla tanıştırdıkları ve uygulattıkları için teşekkürler!

Yoga Yapıyorum.
Instagram’da hemen hemen her gün online yoga eğitimleri var. On dört gün yiyip yiyip kilo almamak için online yoga saatlerini takip edip evinize hareket, vücudunuza şekil katabilirsiniz.

Bulmaca Çözüyorum.
Çok çoook önceden eve gazete alındığı yıllarda bulmaca çözerdim. Geçen gün (eldivenli-maskeli) markete gittiğimde bulmaca dergisi gördüm ve hemen aldım. Her gün bulmaca çözüyorum ve inanılmaz keyifli. İnternetten de İngilizce bulmacalar buldum, bir Türkçe bir İngilizce bulmaca çözme aktivitelerim var.

Başka Neler Yapıyorum?
Yeni tatlılar deniyorum -bir tanesinin çekimini Instagram’a yüklemiştim mesela😊- , kahve içip hayaller kuruyorum, online İngilizce için uygulamalar satın aldım her gün çalışıyorum, meditopia' nın uygulamasından meditasyon yapıyorum. Yeni diziler keşfettim onları izliyorum. Kitaplık düzenleyip “aaa bu kitabı da hemen okuma sırasına eklemeliyim” deyip bir sıralama yapıyorum gibi gibi.

Koçluk seans planlamalarıma da dönüş yaptım.

Tabii aktiviteleri aynı gün “Haydi hemen başlıyoruz hoop 1-2-3 şimdi sıra hangisindeydi?” gibi değil de gün içine yayarak, yavaşça ve özümseyerek yapıyorum. Günü doldurmak adına değil anlamlandırmak adına yapıyorum.

Bugün 7.gün ve siz yazımı okurken ben 12-17:30 arası online eğitimde olacağım, sağlıkla kalın hatta şimdilik #evdekal ‘ın.

Seda

Peki Şimdi N’olacak?



Hellooo,

Malta’ya gelmeye nasıl karar verdim yazısını daha dün gibi tazecik paylaşmışken, şimdi sıra Malta’daki 1,5 ayımı yazıya dökme zamanı. Ve hem de dönüş yapmışken.

Aslında daha erken bloğa ekleyecektim ama alışma süreci biraz uzun sürdü. Tam “evet alıştım galiba ada şartlarına” derken, bu kez den ağır grip süreci geçirdim. Ahh tam da korona meşhurlaşmışken. Ufaktan bir düşünüyorsun “yoksa?!!” Noo, her şey yolunda şu an. Konumuz uzun, heyecanımız yüksek başlayalım o halde.

İlk günümü hiç ama hiç unutmayacağım, buna çok eminim. Acayip derinden hissettiğim yalnızlık, ben neden buradayım, peki şimdi ne olacak, nereden başlayalım ada şartlarına diye düşünürken ay geçti ay 😊 Uyudum uyandım, Malta’da oluşuma bir daha şaşırdım ve okula gitmeye hazırlandım. Bir de yolu bulamadım tabi, sora sora gittim. Bir şekilde, tek nefeste konuşan bir kişinin olduğu tanıtım dersini de buldum ve kahvemle birlikte yerimizi aldık. Kahve şart tabii, valizden her şeyi eksilttim de kahveden bir tane dahi çıkartmadım. İlk gün konusunda hayat yardım etti, thank u! Sonrasında dersi sabah umarken öğlen olduğunu öğrendim ve 3 saat takıldım etrafta. Kafamda deli sorular, duruyorum etrafa bakıyorum gülüyorum. Ardından tekrar acabalar, daha neler neler. Keşiflerden sonra derse doğru geçtim.

Bombaaaaaa geliyor! Türkler?
Şunu bir kabul edelim; arkadaşım biz her yerdeyiz. Kurs fiyatı olarak Malta daha iyi diye gelmişiz lakin, yaşam şartları pahalı bence, bunu da not alalım. Kimsenin söylemediklerini, yazmadıklarını ben size yazacağım. Bu sezonda öyle bahsedildiği gibi çok fazla Türk görmedim tabi, ben özellikle de görmemezliğe vermiş de olabilirim. Ama sordum soruşturdum, Malta’nın yaz aylarında büyüleyici olmasından dolayı daha da fazla Türk akın ediyormuş. Bu sezonda pek fazla olmuyor. Bir de halk arasında dolanan şu bilgiyi de çürüteyim; Malta’da İngilizce öğrenilmez. Orada şu var bu oluyor bıdı bıdısını bence artık geçelim. Çünkü burada her türlü İngilizce öğreniyorsunuz. Bu durum tamamen sizinle ilgili. Eğer gelip de Türklerden başka kimseyle görüşmezseniz ve her şeyi çeviriden yaparsanız maalesef arkadaşım istersen 1 yıl kal Hello’dan birkaç fazla kelime öğrenip cümle kurarsınız. O kadarcık, fazlası olmuyor. Ve bence bu durumdan dolayı algımız sabitlenmiş. Zorlu geçen ada şartları iyileşmeye başladığı an keyif almaya başladım 😊 diyeceğim ama şu an dünya ile birlikte virüsün geçmesini bekliyoruz ve Türkiye’ye döndük. Ama bu durum 1,5 ayı sizlerle paylaşmama engel değil!

Şu geçen 1,5 ay içinde ağladık, güldük, Roma'ya gittik, Malta'yı gezdik (en azından bir kısmını) sahilde spor yaptık, yeni kültürler tanıdık; ama kimse de Malta çok soğuk demedi! Tüm bloglarda öğlen çok sıcak akşam normal derecede soğuk yazıyor. Türkiye’de şu an hava nasılsa orası da aynı ya da daha sıcak oluyor yazıyordu. Yahu bir insan gittiği günden itibaren hep mi üşür? Çünkü öğlen çok çok sıcak olsa da akşam buz gibi. Yani giderken yanınıza kalın kalın mont, kazak hatta çizme alın derim ama tabii bu bilgi kış sezonuna ait hatta Nisan başına kadar ki süreç için geçerlidir. Yazın zaten müthiş sıcakmış. Malta’nın prizleri 3’lü, ben giderken unuttum götürmeyi, genellikle ya anahtar ya da kalemle diğer bir dişe takıp prizi kullanıyordum. Malta’da her yer birbirine çok yakın yürüyerek gidebiliyorsunuz, ama birçok yere de otobüsle gidin tabii çok da abartmayın. Her bir köşesi tarih ve buna sahip çıkmışlar. Restore ederken dahi büyük titizlikle çalışmışlar bizim Sünger Bob kalemiz gibi değil mesela hiçbir kaleleri!

Beni diğer şaşırtan noktası da marketleri. Olduğum yerde iki tane büyük market vardı. Bir ürünün de milyon tane çeşidi vardı. Bir mısır gevreği alacağım 15 dakika bakıyorum sonra bir de TR’yi Euro’yla çarpınca 15 dakika 20 dakika oluyor ve en sonunda kızıp bir tane alıyorsun. Her şeyin konservesi var. Hayatta aç kalmazsınız, sadece lezzeti olmuyor ve bu nedenle yediğiniz her şey az az yiyip kilo veriyorsunuz. Bir kere salça bildiğiniz salça değil, yazın kışa hazırlanan domates sos gibi. Ahhh bir de bir marketinde kahve makinesi vardı, ücretsiz hemen yanına da mini bir oturma alanı yapmışlardı. Çok gidip keyfini çıkartamamış olsam da bu jestleri çok güzel.

Let the journey begins: Yolculuk Başlıyor!

Herkese kocaman merhaba hatta instagram selamımla giriş yapmak isterim;

Hellooo 😊

Yeni bloğumun güzelliği hatırına başladım yazmaya. Kısaca serüvenimden ve kendimden bahsedecek olursam;

Bendeniz Seda

İnsan Kaynakları kariyerim üniversitede bilinçli bir stajyer olarak başladığım bir firmanın İK bölümündeki güzel insanlar sayesinde şekillendi ve İnsan Kaynakları alanında kariyerime devam eder oldum. 5,5 yıllık iş hayatı serüvenim oldu.

Bu 5,5 yıla neler sığdırdım derseniz; İK alanında uzmanlık, kariyerimi destekleyici birçok eğitim aldım, ICF onaylı ACSTH Koçluk programını da bitirdim ve mükemmel dostluklar kazandım. İş hayatından dost mu olur demeyin, nasıl kıymetli dostlarım oldu, her birine de çok teşekkür ederim ki onlar bu yazıyı okuduğunda yüzlerinde gülümseme olacağına eminim. 5,5 yıl içinde bir İK bloğum oldu, uzun bir süre aktif yazdım, lakin sonra kısıtlanmak mıdır, belirli kalıplarda var olmak mı ya da kendi içinde insanların rekabetimi bilemiyorum ama yazamadım, bir yerde sıkışıp kalmak istemedim.

Ve sonra 2017 de son yazdığım yazının üstünden 1 yıl geçti derken ben kendimi instagramda minik paylaşımlar yaparken buldum. Anlık, hap bilgiler, kısa ve öz. İçimden geldiği gibi, kendim istediğim o anki fotoğraflarla süslü püslü yazmaya başladım. Bir iki paylaşım derken bu paylaşımlar arka tarafta güzel tepki aldı ve #sedolinkayaziyor hashtagiyle paylaşmaya başladım. 100+ yazı paylaşmışım. Tabii burada da şu var bazen her gün paylaştım, bazen haftada bir bazen de yeri geldi 2 hafta veya daha fazla zaman yazı paylaşmadım. Çünkü kendime şu sözü verdim; zorlama hiçbir şey yazmayacaktım. Eğer o an içimden geldiği gibi ben gibi ve mutlu yazarsam okuyanlara da o geçecekti. Öyle de oldu. O an duygusal olarak iyi değilsem yazmadım, oturdum meditasyon yaptım, nefes egzersizi yaptım, toparlandım bunları yazdım. İyi gelecek bir şey mi okudum hem kendime hem size not olması adına üç beş bir şeyler yazdım. Uzun lafın kısası bendeniz DEĞER lerimle nasıl mutlu olacaksam ve nasıl ben olacaksam öyle devam etmeye başladım.

Sonra gel zaman git zaman derken sosyal medyada takip eden yakın çevrem tekrar bloğa dönüp dönmeyeceğimi sordu. ‘’Acaba youtuber mı olsan’’ dediler. Şunu yazarken ben de güldüm yahu. Bir ara o da vardı. Hatta küçük videolar çektim, hazırlar ama düşününce bu ayrıca bir emek bir iş arkadaşlar, ben yine insta’da minik videolar çekmenin daha kolay olduğunu karar verdim ve youtuber’lık olayını rafa kaldırdım. O da öyle hadi deyince olacak şey değil. Emek veren arkadaşlarımın emeklerine sağlık diyorum ve yazıya dönüyorum. İşte ‘’ bloğa döner misin?’’ dediler. Düşününce ‘’Neden olmasın’’ dedim.

Varlığı sadece link olarak var olan ama artık öyle bilinmek istemediğim bloğumu kapatacaktım ki blog hacklenmiş. Bu bloğa gelene kadar ekstra yaşadıklarım da artık şunu söylüyordu bana; “Sedacım istersen 2020 ye artık tertemiz bir sayfa aç ve her şeye yeniden başla” çünkü bu arada aktif olarak çalıştığım işyerimden “to do list” imin en kallavi maddesi için ayrılma kararını vermiştim, delilik! Duyan herkes yeni evlenmiş olmamın da vermiş olduğu yetkiye dayanarak nasıl böyle bir şey yaptığımı sorguluyordu, ama ben zaten kendimden çok emindim ve benim kararımdı. Neyse bu kısmı ben size ekstra bir yazıda anlatacağım şu an spoiler veremem 😊

Ben de 2019’un beni allak bullak etmiş olmasına istinaden dedim ki evet tertemiz olsun her şey veeee Seda Out of Office bloğunu hayata geçirdim. Sınırsız, her şey ben gibi, canım nasıl istiyorsa öyle olacak. İşte mutluluk!!!

Böyle sevgili arkadaşlarım. Çok şey geldi geçti, gördüm, yaşadım ve deneyimledim. Ve her deneyim iyi veya kötü beni hedeflerime götüren adımlar oldu. Ve hep şunu sordum kendime “Burada bana öğretilmek istenen ne, neyi söylemek istiyor?” Acı yok Rocky! Show must go on!

Bu süreçte hayatımdaki en büyük destekçim canım Doruk’a çok teşekkür ederim. Yeri geldi saatlerce konuştum, yarı uykulu sonuna kadar dinledi, koçluk eğitiminde ne öğrendiysem önce onda uyguladım 😊 Üstüne bir de bloğumun oluşmasına destek oldu, gece yarılarına kadar uğraştı. Hayatımdaki varlığına bir kez daha teşekkür ederim. İyi ki biz!

Şimdilik bu kadar 😊 -daha ne yazacaktım acaba-

Sizlerle paylaşmak istediğim çok şey var çok! Şimdilik sevgiyle, mutlulukla kalın!

Seda


Malta’ya Gitmeye Nasıl Karar Verdim?

Hemen hemen her çalışan gibi ben de İngilizce kurslarında dirsek çürütmüş biriyim. İlk adımı üniversitede attım. O dönemler boşuz tabi, zaman çok, kursa bayağı ciddi zaman ayırıyorum derken İngilizce durumum çok iyi oldu. Hatta arkadaşlarım şahittir; onlar da kısa sürede bu kadar iyi seviyeye çıkarmış olmama şaşırmışlardı. Çünkü İngilizce sıfırdı 😊

Sonra gel zaman git zaman bahane budur ya “kullanmaya kullanmaya unutuyorsun”. Ohhh acayip iyi bahane diyeceğim de gerçekten öyle oldu. Tamam derken, beyin kullanmadı bilgiyi sildi attı. Az buçuk kaldı. Bu süreci kullanmayan her canlı yaşayacak arkadaşlar, bu da bir gerçek-miş gördük. Öyle böyle derken mezun olup iş hayatına giriş yapıyorsun ve DANNNNNN! (bu kısım hepinizin gözünde canlandı) tamam yine sıfır değildim, sonuçta o kadar da öğrenmişliğimiz vardı. Ama yetmiyordu yahu!

Başlığımıza dönecek olursak;
Bu hayatta yapmak istediklerim var. Kendimin farkındayım, tanıyorum, biliyorum.

Her yeni yılda ben de kendime “to do list” oluştururdum. Başlardım yazmaya 1,2,3 derken bir maddesi de İngilizceyi daha da iyi seviyeye getirmekti. Tabii maalesef yoğun çalışma sürecimi, uzun süren eve varış mı bilemiyorum, ama o yorgunluk ile bir de İngilizce çalışmak zor geliyordu. Dizi izliyorsun onda da yoruluyorsun. Birçok şey yapmaya çalışıyorsun imkanlarınca ama gücün bir yere kadar buna izin veriyor. Ve tabi İngilizce istenilen seviyede olmayınca bu her adım atacağım yeni işsel deneyim için engel teşkil edecekti ki, etti. Her defasında yüzüne dannn diye çarpılmaya başlayınca ve her yıl da o listene bunu yazınca durup düşündüm. Ciddi ciddi derinlemesine düşündüm. Derin düşünmeye başlayınca, “her yıl sonunda bir to do list yapıyorsun da neden özellikle her yıl yazdığın bu maddeyi silemiyorsun? Hakikaten neden?” dedim. – Profesyonel Koçum biliyorsunuz, önce kendime yaptım Koçluk çalışmasını- Tıkır tıkır yazdım çizdim ve evet sonuç- GİT! oldu. Kalbim beynim baya baya emretti.

Hesaplar yaptım, eşime danıştım, arkadaşlarımla görüşüp onlarla bu konuyu tartıştım. İşin sonu kapıdan çıktığında “merhaba” diye konuşmayacağım bir ülkeye gitmek olduğuna karar verdim, verdik.

O kararı verdiğim gün oturdum bilgisayar başına başladım, dil okulları acenteleri araştırmaya.

Yazının devamı için tıklayınız😊
Seda

Malta’ya Gitmeye Nasıl Karar Verdim - 2

Malta yazımıza devam ediyoruz. (İlk yazı için tıklayınız)

Dil okulu için birçok acenteye ulaşabilirsiniz. Bir tıkla hepsine ulaştım. Bilgilerimi bıraktım ya da ertesi gün ben aramaya başladım. Bu arada deli fiyatlar konuşuluyor. Üç ay diyorsun, sadece okula 40.000 tl diyen var, 50.000 diyen var ve 20.00 diyen de var. Fayda/ maliyet analizi yapınca eh bir şekilde bir acente ve ülkeye karar veriyorsun tabii. Ama benim ilk başta da hedefim Malta’ydı.

Neden?
Çevremde giden çok kişi var ve olumlu etkileri olduğunu gördüm. Türkler ile takılmazsan bıdı bıdısını herkes yaptı ama zaten eğer başka bir ülkeye bir amaç uğruna gidip de Türk arkadaş edineceksem neden bunca zahmete gireyim ki? Tatil beldeleri ve bunca Türk arkadaş burada da var.
Neyse isteyen İngiltere’de de, Amerika’da da o Türk’ü bulur zaten 😊

Ben birçok acente içinde +/- leri ile değerlendirince 2 acente arasında kaldım (Acenteleri dileyen özelden sorabilir). Kıyaslama yapınca bir acente diğerine göre açık ara öndeydi ki fiyat olarak da arasında uçurum var. En sonunda maddi manevi artısıyla birine karar verdim. Ve bu seçtiğim acente merkezi Ankara’da, bütün işlemleri telefonda konuşarak, whatsapp’tan veya mailden yürütüyorsunuz. İşin temeli güvende 😊 Tabii ben ne yaptım? Her yerden şirket sahibini ve konuştuğum kişiyi araştırdım. Acentenin resmiyetteki her şeyine baktım. Hatta sitesinde öğrenci videoları vardı, oradaki öğrencileri bulup tek tek gerçek mi değil mi yi garanti edip onlarla da konuştum ve tamam her şey yolunda. İlk paranın da bir kısmını da gönderince “en kötü ne olur,….TL gitmiş olur” diyorsun ve bir kez daha o güveni destekleyecek adımı atıyorsun. Bunda da işlem tamam, derken vize evrak süreci başladı.

En en en zorlu kısım burasıydı işte. Çalışmayan için en zahmetli kısım; çünkü bir sponsora ihtiyacınız var. Gideceğiniz ülke garanti çalışan birini referans göstermenizi istiyor. Sadece göstermekle kalsa yine iyi sevgili dostlar, bir sürü evrak listesi ve çoğu kısım sponsorunuza ait ve her bir evrak adımı dikkatlice olmalı. Nedeni de şu düzeltmesi ayrı zahmetli ve ayrıca zaman kaybıydı. Benim için ciddi yorucu ve stresliydi. Tüm liste tamamlanınca evrakları teslim etmeye gittim, tüm kontrollerden geçti ve o iç rahatlığıyla şehir dışına çıktım. Lakin rüyalarımda sürekli vize evraklarında hata çıkıyordu 😊

Pazartesi sabah bir telefon sesi veeee ‘’sağlık sigortası hatalı’’, ama şöyle ama böyle desen de olmuyor, dikkat önemli bilgi geliyor, Malta ve bazı ülkeler sağlık sigortasını kesinlikle ne olursa olsun “Seyahat Sağlık Sigortası/Turistik” olarak istiyor, benim eğitim diye seçilmişti ki bazı ülkeler bu şekilde alıyormuş mesela Polonya. Koştur koştur, bankaya gittim yeniden yaptırdım diğeri iptal oldu derken onu da mailden ilettim ve tamamlandı ve 1,5 haftanın sonunda tam 16:50 de pasaportu heyecanla teslim aldığımda bingooooo sevinç çığlığım yankılandı 😊 Bu kadar heyecanlanmış olma nedenim de şu aslında bu süreçte çalışmıyor olmam bu işi bilen veya bilmeyen kişilerce birazcık negatiflenmiş olmamdı. Ama sonuçta çıktı ve çok güzel olacak.

Şimdilerde valiz hazırlığı ve gezilecek görülecek yerler listesini yapıyorum, biraz İngilizce çalışıyorum, son bir arkadaşlarımla görüşme planları derken güzel bir hafta geçecek.

İstedim, hak ettim oldu sevgili dostlarım. Biraz da cesaretle süsledim ve güle güle 2 Şubat tarihinde gideceğim.

Sevginizin, umudunuzun, inancınızın ve cesaretinizin hiç bitmemesi dileğiyle.

Seda

İş Hayatı Her Zaman Toz Pembe Değildir!

Yazıma daha önce okumuş olduğum "Terapi Defteri" kitabından bir söz ile  başlamak istiyorum.

"Hayatınızı, istemediğiniz şeylerden kaçarak geçirmeyi de  seçebilirsiniz, istediğiniz şeylerin arkasından giderek de. Seçim sizin."

Evet seçim sizin. Bu durum çocukluğumuzdan başlayıp iş hayatına  kadar devam eden bir süreçtir. Küçükken kıyafetinizi de oynayacak  oyunları da siz seçerdiniz. Belki ilkokulu değil ama sonrasında devam  eden okulları seçme şansınız da oldu. Peki okuduğunuz bölüm? Ehh o  biraz derin.

Seçtiğiniz veya seçmediğiniz bölümü okudunuz sonra? Sonra mezuniyet ve iş arama süreci. Kendinizi üniversite süresi içinde geliştirmiş bir beyaz yakalısınız ve şansınız yaver de gitti mezun oldunuz ve üç gün sonra iş buldunuz, sizden şanslısı yok, aman aman nazar değmesin. Tabi ki de iş bulma hızınıza diyeceğim yok, bahsedeceğim konu da o değil zaten.

İş buldunuz ve kapitalizmin bir çarkına dahil oldunuz. Sabah heyecanlısınız çünkü yıllarca merak ettiğiniz belki de birtakım yakalı arkadaşlarınızın fotoğraflarını görüp sürekli onların iş hayatına özendiniz; ama başlıkta da yazdığım gibi iş hayatı her zaman toz pembe değildir. Size bunları nerede, nasıl öğreteceğiz bilmiyorum savaşçı arkadaşlarım :) Neyse fıtıfıtı gittiniz işyerine. Ohh, güzel bir karşılama -yani belki- ve sonrasında iş süreçlerini öğrenme, şirket defterine notlar alınır ve ilgili görünmek için arada bir de soru sorman lazım tabi, çünkü sen seçildin, boşuna değildi. Öyle ya da böyle bir ay geçti ve bir aylık çalışmanın ödülünü alacağın gün geldi çattı ‘’ maaş günü’’.  Bir mesaj geldi ‘’hesabınıza para geldi ’’. Açıyorsunuz ve beklediğiniz ücretten az. Tabi hemen otomatik beyin hesaplamaya başlıyor. Ama ne yaparsanız yapın bir aylık bir çalışma sonunda o kadar ücret alamayacağınız kesin. Yine de güzel düşünüyorsunuz ’’. Olabilir, belki gün hesabımda hata oldu ya da  sistem bir hata yaptı ve fark etmediler. Konuşursam düzelecektir’’. Konu ile ilgili birime doğru yol alıyorsunuz. Henüz yeni çalışan biri olduğunuz için biraz çekimser halde konuyu açıyorsunuz ve karşı tarafın ağzından dökülen cümleler şu şekilde ‘’Deneme süresindesin, aslında ücret vermiyoruz ama senin çalışmanı beğendiğimiz için şu kadar TL yi hesabına aktardık. Deneme süren bitince anlaştığın ücretten devam edeceksin.’’  Nasıl yani? Deneme süresinde ücret yok? Çalışmamdan memnunlar, acımışlar ve şu kadar TL yi aktarmışlar. Allah’ım şans bu olsa gerek çok şanslıyım. Pes etmek yok Rocky, bu durumu yöneticin ile de paylaşacaktın, o bu duruma müdahale edebilirdi, etmeliydi de. Sonuç müdahale edemedi, çünkü zaten biliyordu ve bu duruma yapacak bir şey yoktu.

İşsizlik korkusuyla kabullendi bu süreci ve iki ayı da bekledi. İyi bir firma ve hemen iş bulmasının kendisi için artı olacağını düşünüp o firmada devam etti. İki ayın sonunda anlaştığı ücreti aldığını tahmin ediyorum. Tahmin ediyorum çünkü bu bilgiden sonra kişiden haber alamadım :)

Fütürist aklımız bu zorluklar karşısında bizi hep ileride daha iyi yerlerde hayal ettirdiği için bu tip süreçlere dahil olabiliyoruz ve ne yazık ki ‘’ işsizlik korkusu’’ çoğumuzun cesaret adımını kırıyor. Kırmasın diyemem çünkü herkesin hayat koşulları farklı ve kiminin şu şu kadarcık ücrete dahi gereksinimi olduğu için bu durumu idare etmek durumunda. Ama siz yine de hakkınızı arayın, en azından bunun cesaret adımını atın.

Size görüşme esnasında verilmemiş bir bilgiyi bir ay sonra öğrendiğinizde hemen omuz ve başınızı aşağı indirip masanıza geçmeyin. Öncelikle bunu sorgulayın, hukuksal olarak da araştırın. Artık her bilgiye kolay ulaşılırken ‘’ aman ya iki ay ne de olsa’’ demeyin.

Yazımızın esas konusuna gelecek olursak; Deneme süresinde her ne kadar işverenler ücret ödememe, asgari ücret altında bir ücret ödeme veya deneme süresi sonunda ödeme yapılacağını söylese dahi bu durum geçerli değildir. İşveren her çalışanı gibi deneme süresinde olan çalışanına da zamanında anlaştığı ücreti ödemelidir. Bu durumun kanunda dahi yeri yoktur.

Sevgiler,
Seda

Cennet, Cehennem & Araf Kitabı

Size en son okumuş olduğum Cennet, Cehennem & Araf kitabından kısaca bahsedeceğim. Kitabı bitireli iki gün oluyor ama yazısı şimdi yayınlanabildi.

Kitabı okuyunca şöyle düşündüm, günümüz çıkara dayalı sosyal ilişkilerini, kurumsallığın dış sesi olması ve bu anlatımları sade o kadar akıcı bir dille yazmış ki iki güne bitirebiliyorsunuz. Toplam 115 sayfalık bir kitap.

Kitap içeriği şöyle;
Bir şirketin çalışanları ve yöneticisinden oluşan 11 kişi karşımızda. Dante’nin cennetini, cehennemini ve arafını sembolize eden bu bireylerin 11.00’den 13.00’e kadar süren bir toplantı sırasında her birinin konuşulmakta olan konu ve birbirleri hakkında akıllarından geçenler kitap boyunca bize eşlik ediyor.

Yazar, iş dünyasının acımasızlığını, kapitalizmin ikiyüzlülüğünü ve insan doğasının gizemini vurgulamayı amaçladığı Cennet, Cehennem & Araf’ta tam da bunu belirtir nitelikte. Gerçekten de kitabı okurken, kapitalist sistemin sınırları arasında tutunmaya çalışan bir şirketin, aşırı yabancılaşma sonucunda toplumsal kodların çoğunu yitirmiş çalışanlarının düşüncelerini kendi ağızlarından anlatıyorlar ve biz de onlardan dinliyor gibi okuyoruz. Okurken de daha çok şu dikkatinizi de çekebilir maddi çıkara dayalı çalışma sisteminin şekillendirdiği bu kişilere bize “para=güç” ilişkisinin günümüzdeki doğruluğunu gösterirken geri kalan tüm değerlerin bu güç arzusuyla nasıl telef olduğunu da gözler önüne seriyor. Filtresiz tüm gerçekler 😊

Kitaptan altını çizdiğim birkaç cümleyi de aşağıda sizlere sıralıyorum;
“Korkarım ki… hepimiz mükemmelliğe mahkum olacağız.”

“Bu gözlerini para hırsı bürümüş adamların bakışlarında bir makinedekinden daha fazla insaniyet göremiyorum”

“Temelde hepimiz seçim yapmadığımız için buradayız, iktidar arzumuz gerçeklik ilkesinin üzerinde yerle bir olduğu için, iyi birer futbolcu, başarılı birer sinema yıldızı ya da yazar olmayı ya da sadece kendi yolumuzu izlemeyi yeterince hayal için”

“…haydi biraz cesaret oğlum, kaderini Rorty’ninkine benzer bir azimle çizersen başarırsın, enerjini bir yönde topla, irade, tutku, bağımsızlık, hayatını mahvetme, şu palyaçoluk fikri beni mutlu ediyor, kurtuluş orada, bir tek bana yapması kaldı, ben özgür bir adamım, hayat uzun ve gelecek benim…”

Bilgiyle kalın,

Seda