Uyuyan Güzeli Uyandırdınız mı?

Ev inzivası sayesinde her birimizin inzivaları şenliğe dönüştü, dönüşmeye de devam ediyor. Sanatçı ruhunu gün yüzüne çıkaranlar ve bunu takip eden kültürel, yogasal, meditatif anlar ve mutfaksal çalışmalar. Kimimiz heyecanla 11 Mayıs tarihinde kısıtlamalar içerisinde açılacak olan AVM’ler ve kuaförlere “normalleşme” dediğimiz kelimeyi anlamlaştıracak ilk adımı atacak olan insanları takip edeceğiz. Ki tam da herkes kendi kendine yetebilmeyi öğrenmişken…

Virüsün oluşumu, yayılması ve ardından herkesi inzivaya almış olması birçok kişi tarafından duraklama dönemi olarak düşünüldü ve durulması gereken an şeklinde yorumlandı. Peki, içinde bulunduğumuz bu anda daha bi’hızlı akmadı mı zaman? İçimizdeki uyuyan güzeli uyandırmak için arayışlara girmedik mi? Belki de uyandıramadık, ne önemi var ki? Akış istediğimiz gibiyse, dinlendiğim an içerisinde mutluysam ihtiyacım olanı bulmuşumdur. Katılmış olduğum bir eğitimde danışan bu konuya benzer hikayesini anlattı. Hiçbir şey yapmadığından şikayet ediyor ve her gün sabah 6’da uyandığı halde şimdilerde uyanamamasını kendisine problem haline getirmişti. Eğitmen duygu/ ihtiyaç çalışmasını yapmasının ardından, danışandaki farkındalık ve o anki yüzündeki zorundalıksız mutluluk. Çünkü süreci değerlendirdiğinde “dinlenme ihtiyacı”ndan doğan bir şey yapmama durumunun farkına varmıştı. Evet yapması gerekmiyordu. Herkesin üretkenlik ve içindeki uyuyan güzeli uyandırdığı dönemde kendisinin eylem zorunluluğu hissetmesi gerekmediğinin farkına varmıştı. Yani içimizdeki uyuyan güzel yavaş uyanmak istiyordur veya istemiyordur olamaz mı? Olabilir!

Hatta son zamanlarda sıklıkla çevremdeki insanlardan aldığım bir soruyla tam da şu ana ekleme yapmak isterim. Soru şu; “Akşama kadar evde sıkılmıyor musun, neler yapıyorsun?” Bu soru sorulup bittiği andan itibaren başlıyorum anlatmaya. Daha tazecik bu soruyu duyup cevap verdiğimin andan itibaren “bir dakika” dedim. İç ses devrede; “Evet Malta’dan döndüğün zaman ara vermiş olma nedenin ile keyifli birçok aktivite yapıyordun, sürekli bir şeyler içerisinde olmak iyi hissettiriyordu ama şimdi anlattıklarını duydun sence de biraz fazla ve hızlı değil mi bunlar? Heyyy!”

Ne yapıyordum?
Neden sürekli bir üretimin akışında olma ihtiyacı hissediyordum?
Zorunda mıyım? (Dilber Ay tarzında okuyun lütfen 😊 )

Şu güzelim sorulara verdiğim cevaplar sayesinde bu haftamı daha sakin geçirdim. Durdum, nefes aldım ve ayrıştırdım. Hız yapmanın gerekmediği bu yolculukta 200 km ile gitmenin ne gereği vardı ki! Kendime iyimser bir tavır takındım ve kendimi şefkatle kucakladım. Son zamanlarda katıldığım her webinarda duyduğum kelimedir; öz şefkat…

Neden öz şefkat?

Evden çalışma yoğunluğu, duygusal dayanıklılığımızın sınıra dayandığı, farkındalık ve odağımızın kaybolduğu anlar peki…Yönetebilme (ev, iş, okul,..vb.) ve yıkılmadım ayaktayım kaygısı ile öz şefkati atlamış olabilir miyiz?

Burada hemen kendimize dair farkındalığımızı geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Duygu ve davranışları gözlemleyerek, iç sesimizi- o içinizdeki uyuyan güzeli bi’ dürtmeden- kendimizi dinleyerek, şu an hangi duygunun ihtiyacını hissediyorum, neye ihtiyacım var? Bu ihtiyacımı ne engelliyor? Neler yapabilirim? Şeklinde birkaç soru ile kendimizi kucaklayabileceğimize ve kendimize iyi geleceğimize inanıyorum.

Ve son olarak yeni dünyayı belirleyen güçlü kelimelerden biri olacak şefkat/ öz şefkat. Kendimize acımasız olmadan, denge halinde yolda olmaya devam etmek inanın yolculuğun en keyiflisi!

Seda

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.