Richard St. John / Başarının 8 Sırrı

TED konuşmalarını izlerken daha önce duyduğum ama bir türlü izleyemediğim TED konuşmacılarından birinin konuşmasını hatırladım: Richard St. John / Başarının 8 Sırrı

Richard St. John diyor ki: “ Bu aslında lise öğrencilerine 2 saatte yaptığım sunumun 3 dakikaya indirilmiş hali.” Evet ve TED tarihindeki en kısa sunum olarak da yerini alıyor.

Uçakta yanına oturan bir lise öğrencisinin ona bir soru sormasıyla başlıyor; “Başarıya yol açan nedir?” net olarak bir cevap veremiyor ve kendini kötü hissediyor. TED’e geldiğinde de “bu kadar başarılı insanın içindeyim, peki başarılı olmalarına ne yardım etti diye sorup bunu gençlere aktarmıyorum?” diyor ve 7 yıl 500 röportaj sonrasında neyin başarıya götürdüğünü şöyle sıralıyor: -Detaylı açıklamaları videodan dinleyebilirsiniz-
  • Tutku Duy
  • Çok Çalış
  • İyi Ol
  • Odaklan
  • Kendini Zorla
  • Hizmet Et
  • Fikir Bul
  • Israr Et

Üç dakikalık slayt gösterisini izlemek için;

Avonlea'ya Yolculuk!

İlk kez bir dizi ile ilgili bir şeyler yazacağım ve heyecan doluyum! Bir dizi hakkında yazacak olmak heyecan ve mutluluk verebilir mi? Yazdıklarımı okuduğunuzda beni destekleyeceğinize de emin olmakla birlikte yürekleri sıcacık yapan ve oyunculuklarıyla takdiri hak eden bir dizi: Anne with an “E”

“Netflix dizi önerileri” yazınca upuzun listeler ile karşılaşabilirsiniz ama benim şu an size önereceğim dizi tabii ki de şüphesiz bu olacaktır. Özellikle de dönem dizilerini seven herkesi izlemeye davet ediyorum. Tek özelliği dönem dizisi olmamakla birlikte yazının içerisinde spoiler vermeden biraz biraz değineceğim.

Dizi L.M. Montgomery’nin 1908’de yazdığı ‘Anne of Green Gables’ kitabının bir uyarlaması. İlk bölümüne Malta’da başlamıştım ama devam edememiştim. Upuzun konuşmalar olması küçük telefon ekranından çok zordu ve devamını izleyemedim. Türkiye döndükten sonra o şansı verdim ve bir solukta izlediğim duygulandığım ve coştuğum bir dizi oldu.

Dizinin konusuna gelecek olursak; 1890’larda Kanada’da, Green Gables’da yaşayan ve artık yaşlandıkları için ev ve çiftlik işlerine yardımcı olması adına erkek çocuk evlatlık almak isteyen yaşlı kardeşlerin hayatına, bir karışıklık sonucu müthiş bir şekilde giren Anne ile hikaye başlıyor. Anne’in heyecanıyla ve kendini kabul ettirme gücüyle başlayan hikaye hiç de kolay olmuyor. Geldiği günden itibaren Avonlea’daki insanlar tarafından saç rengi ve çillerinden dolayı farklı gelmesi ve evlatlık edinilmesi nedeniyle pek de kabul edilmiyor. Dışlanıyor ama pes etmek yok! Yardımseverliği ve arkadaşlığıyla herkesin gönlüne dokunmayı başarıyor, hem geldiği aileye hem tüm Avonlea halkına hem de izleyicinin gönlüne…

Tüm sezonu bitirdikten sonra – hayır aslında- her bölüm sonunda hayal etmenin gücüne bir kez daha inandım. Hayalleri ile yetimhanede ve gittiği diğer ailelerde hayalleriyle hayatta kalan inanılmaz bir hayal gücü. Her şeyin zihinde yaratılan bir oyun çemberi olduğunu düşünürsek hayal gücümüz ile her şeyin mümkünatına inanıyorsunuz. Diyaloglar, sahneler, toplum ilişkileri ve daha pek çoğu öyle güzel konu ediniliyor ki sadece hayal etmenin gücünden bahseden bir dizi değil; ayrımcılık, ırkçılık, cinsiyet eşitsizliği, ifade özgürlüğü, kendini olduğun gibi sevmek, LGBTQ hakları ve feminizm konularını ön plana çıkartarak her birinin incelikle ve başarılı oyunculuklarıyla işlenmiş bölümler.

Yazımı sonlandırmadan belirtmek isterim ki 3 değil de 10 sezon olsa da yüreğinize her anlamıyla dokunacağı ve izleteceği kesin olan bir dizi.

Keyifli seyirler 😊
Seda  

Şu “Feedback” Dedikleri

Günlük hayatımızda dillere pelesenk olmuş iş terimidir geri bildirim (ing: feedback). Her çalışanın zaman zaman veya belirli dönemlerde bağlı olduğu uzmanından, yöneticisinden veya müdüründen geri bildirim alması gerekir ki gerektiğine inananlardanım. Bu süreçte kişi açısından yaptığı işteki zamanını ne kadar etkin kullandığının ve üstlendiği işte belirlenen süre içerisinde ne kadar gelişim sağladığının bilmesi açısından önemlidir. Geri bildirim hataların düzeltimi ve öğrenmenin etkili yöntemlerinden biridir, tabii doğru uygulandığı sürece.

Kelime anlamı olarak geri besleme ya da geri bildirim bir sürecin basamaklarındaki bir değişimin önceki bir basamağa etki etmesi ve neden-sonuç ilişkisi içerisinde bir döngü oluşturması olayına denir. Aslında yapıcı ifadeler ile kişiye dokunmaktır. (Vikipedi)

Kelime anlamına baktığımızda her ne kadar kolay bir şey gibi görünse de işin özünde bir kişiye geri bildirim vermek ne yazık ki o kadar da kolay olmuyor. Çünkü karşımızdaki kişi ile o sürece adım attığınızda duruşunuzdan, ses tonunuza ve ifade edeceğiniz her cümleye dikkat etmeniz gerekebiliyor. Neden mi? Çünkü çalışan verilen geri bildirimin kesinlikle gerçeği yansıtmadığını ve kendisinin her zaman çok iyi olduğunu yöneticisinin veya müdürünün yanlış açıdan baktığını düşünür, sizin söylediğiniz her cümleyi de başka anlamlara götüreceği gibi kabul de etmeyecektir.  İş hayatında genel olarak kişilerin açığını yakalayarak onları rencide etmekten kaçınan, onları kırmadan bir şeyler yapmaya çalışan kişiler olamıyoruz, olmaya çalışsak da bazen aksaklıklar yaşayabiliyoruz. Ki bunun temeli yetiştirilme tarzımızla alakalıdır. Çocukluktan yetişkin bir birey olana kadar toplum tarafından hep karşı tarafı incitmeme üzerine yetiştiriliriz. Karşı tarafa söyleyeceklerimiz var ise ‘’şimdi bu şekilde söylesem kırılacak, nasıl söylesem, en iyisi üstü kapalı bahsedelim ya da hiç kötü bir şey söylemeyelim’’ şeklinde düşüncelerimizden dolayı bu süreç hep sancılı olmuştur.

Geri bildirim vereceğiniz kişi ile iletişime geçtiğinizde aslında kişinin duruşunu aynalayarak (koçluk çalışmalarında da kullanıyoruz), ses tonunuzu da onun konuştuğu tonda ayarlayıp geri bildirim sürecine başladığınız da evet artı bir puan aldınız, güzel başladınız. Peki sonrası? Sonrasında başlıyorsunuz; "Senin bu iş için ne kadar emek sarfettiğinin ve dikkatli olduğunun farkındayım "AMA" son zamanlarda yaptığın hatalar ile müşteriye karşı olan itibarımızı zedeledin." cümlesi ile kişiye ifade de bulundunuz. Peki sizce bildirim verdiğiniz kişi cümlenin hepsini mi, amadan öncesini mi sonrasını mı hatırlıyor? Tabii ki de amadan öncesi kişi de silindi gitti amadan sonrasına odaklandı ve o andan sonra ne dediyseniz emin olun ki duymayacaktır. Çünkü güzel başladığınız geri bildirim cümlesinin ortasına ‘’ama’’ yı ekleyerek ifadenize ket vurdunuz. Tabii bu da süslü cümlelerle ne demek istediğinizi atlayın demek değildir. Kişiye iletmek istediğiniz mesajı net bir şekilde ifade etmeniz süreci sağlıklı kılacaktır.

Olumsuzluklarla devam edip sonlandırılan geri bildirim süreçleri ne yazık ki sağlıklı olmuyor. Kişide bıraktığınız etki stres, gerginlik ve cevapsız sorulardan ileri gidemiyor. Bu nedenle günlük hayatımız her anında ailemiz, arkadaşlarımız ile ilişkilerimizde aslında geri bildirim cümlelerine çalışmalıyız.

Peki yukarıda belirtmiş olduğum cümleyi daha yapıcı nasıl ifade edebilirdik bakalım; "Üzerinde çalıştığımız projenin bizler için ne kadar önemli olduğunun farkında olduğunu görüyorum ve bu süreçte daha detaylı düşünüp, tüm olasılıkları gözden geçirmemiz bizler için iyi olacaktır. Hatta süreç boyunca notlarımızı birbirimiz ile paylaşmamızın yararı olacağını düşünüyorum." şeklinde ifade ettiğiniz de bildirim verdiğiniz kişi kendisinin iyi olma isteğinden ötürü destekte bulunduğunuz için mutlu olarak ayrılacaktır ve kendisinin biraz daha farkına varacaktır.

Geri bildirim demek sadece gelişime açık yönlerini tek tek sıralamak değildir. Önemli olan daha yapıcı bir dille neyi iyi yaptığını ve neyi daha iyi yapabileceğini konuşmaktır.

Acar Baltaş’ın Türk Kültüründe Yönetmek kitabında başkalarından alınan geri bildirimin, beceri gerektiren işlerde kendini geliştirmek açısından önem taşıdığından bahsediyor ve geri bildirim yoluyla 3 mesajın verildiğine değiniyor;

  • Yapmakta olduğun…… işleri yapmaya devam et.
  • Seni verimli olmaktan alıkoyan ….. işleri yapmaktan vazgeç.
  • Performansını yükseltmek için……. davranışları sergilemeye başla.

Kişinin güçlü yönleri ile farkındalığını gün yüzüne çıkarttığınız taktirde başarısında ne kadar etkili olduğunu ve iş doyumunu gösterecektir. Hatta bu aidiyet duygusunu da artıracağı gibi iş devrini de azaltacaktır. Çünkü siz çalışana güven verdiniz, önemsediğinizi hissettirdiniz.

Tabii bu da şu demek olmuyor; geri bildirim sürecindeki cümlelerimizi iyileştirdik, süreç hıphızlı olsun demek değildir, sürece hızlı etki edebilecek bir süreç de değildir. Geri bildirim sürecinin etkisini kazanmak ve alışkanlığa dönüşmesi için çalışmayı aileniz ve iş arkadaşlarınız ile çalışarak ilk adımı atabilirsiniz. Hattaaaa Koçluğun vermiş olduğu yetkiye dayanarak aklıma gelen güzel bir soru cümlesini de hemen şuraya iliştirmek isterim, geri bildirim cümlelerinizi ifade ettikten sonra karşı tarafa şunu sormak kulağa nasıl geliyor; "Ne hissettin?"

Denemelerinizi sizlerden duymayı çok isterim. İletişime geçerek deneyimlerinizi benimle paylaşır mısınız? 😊

Seda

Bugünün kitaplık haberi “Dört Anlaşma”

Bugün okurum, yarın okurum iki gün sonra okurum derken sonunda kitabı okudum sevgili arkadaşlar. Ben hep okuduğum kitapların o an o zamanda okunması gerektiğine inananlardanım belki de bu nedenle uzunca bir süre kitaplığımda bakışıp durduk 😊

Dört Anlaşma’yı 1,5 günde okudum. Hayatınızda kılavuz niteliğinde olabilecek kitaplardan biri diyebilirim. Aranızda yazar ve kitabı ile daha önce tanışmış olanlarınız olabilir ya da kimimizin kitap ile ilgili bir fikri de olmayabilir.

Kısaca bahsedecek olursam;

Kitap bizlere dört anlaşma sunuyor ve anlaşma kendimiz ile yapacağımız dört anlaşma. Anlaşmanın amacı; hayatımızı daha yaşanılabilir, anlamlı ve huzurlu kılmak... Hatta hemen uygulamaya almak zor olsa da yavaş yavaş uygulama kısmına geçtiğimizde her şeyi daha açık görebileceğimizi, kendimizi daha çok sevebileceğimizi, takılmaması gereken şeylere daha az takılacağımızı, küçük şeylere üzülmemeyi hayatımıza alacağımız anlaşmalarımız olacak. Tabii bu şu demek değil; okuduk da aydınlandık, artık hiçbir şeye takıntı yapmayacağım, üzülmeyeceğim. Yazdığım gibi uyguladıkça olabilecek bir şey. Hatta hayatınızda duyduğunuz ve belki de derinleştiremediğiniz bazı anlaşmalarınız kitapta yazanlar ile anlam kazanacaktır.

Peki nedir bu dört anlaşma?

1- Kullandığın Sözcükleri Özenle Seç
Ruiz’e göre ilk anlaşma dört anlaşmanın en önemlisi ve aynı zamanda da uyulması en zor anlaşmadır. Seçtiğiniz sözcükler ile büyü yaptığımızı dile getiriyor. Tabi bu öyle bildiğiniz büyülerden değil. Sözcüklerin bizim yaratma gücümüz olduğunu kullandığınız cümleler ile ya sözü kötüye kullanacağımızı ya da sevgi, güzellik ve dünyadaki cenneti yaratabileceğimizi belirtiyor. Örneğin; sabah kendinizi çok mutlu hissederek uyanıyorsunuz. Kendinizi harika hissediyorsunuz. Aynanın önünde bir iki saat kalıp özenle kendinizi güzelleştiriyorsunuz. Güzel ve mutlu bir şekilde caddede yürürken, yakın arkadaşınızla karşılaşıyorsunuz. Arkadaşınız sizi baştan aşağı süzerek şöyle diyor: “ Ne oldu sana böyle? Bu elbiseyi çok mu aradın? Sana hiç yakışmamış. Üzerinde kötü duruyor.” Ve bunları dediği anda sizi cehenneme götürüyor ve sizi incitmek için söylediği kelimeler ile sizi incitti. Ve siz tüm söylenenleri kabul ettiniz. Aslında siz tüm gününüzün bu kötü büyü ile geçmesine izin verdiniz.

Sözün ne olduğunu ve sözün ne yaptığını anlamaya başlamamız gerekiyor.

2- Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama
İkinci anlaşma dillere pelesenk olan cümlemiz ile ilgili. Yukarıda yazdığım örnekten yola çıkalım; “ Ne oldu sana böyle? Bu elbiseyi çok mu aradın? Sana hiç yakışmamış. Üzerinde kötü duruyor.” Bu ve benzeri cümle veya kısa ve büyüleyici kelimeler kurulduğunda bunu kişisel algılamamaktır. Çünkü bu seni gerçekten öyle yapmıyor, gerçekten o elbise sana yakışmamış olamaz. Bu karşınızdakinin kendi düşüncesi ve o an ki ruh hali ile ilgili. Tabii bu sadece olumsuz kelimelerle ilgili değil. Bugün harika görünüyorsun dediği zamanda kişisel algılamamaktan bahsediliyor. Çünkü karşınızdaki o gün çok mutludur ve iki dakika sonra bir şeye kızıp kötü bir şey söylemeyeceğinin garantisi yok. Her iki durumda da sözlerin bizi etkilememesi gerektiğinin farkında olmalıyız. Çünkü biz kendimizi biliyoruz. Ve bizi mutlu edecek veya inciten yine biziz. Hatta bir öneri de var; bu maddeyi bir kağıda yazıp gözünüzün önünde bir yere asın ve sürekli kendinize hatırlatın: Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama!
-Bu anlaşma efsane adım-

3- Varsayımda Bulunma
Üçüncü anlaşmamız varsayımda bulunmamaktır. Her şeyle ilgili varsayımlarda bulunma eğilimimiz vardır. Varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki gösteririz. Varsayım nedeni olarak; bir şey anlamadığımızda varsayımlarda bulunarak ona anlam vermeye çalışırız. Kendimizi güvende hissetmek, anlam bulmak ve haklı çıkma ihtiyacı duyuyoruz ve böylece varsayıma başvuruyoruz.

Bir durum söz konusuysa varsayımlara geçmeden önce sorular sorarak durumu netleştirebiliriz. Sorunun gücüyle kendimizi bu büyünün içine hapsetmiş olmayacağız da. Zor anlaşmalardan biri ama yapılamayacak anlamına da gelmiyor. İçsel huzur veya takıntı yapmamak adına bir adım atılabilir ne dersiniz?

4- Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap
Bu anlaşma diğer anlaşmaların kalıcılığını sağlayacak anlamadır. Diğer anlaşmaların aksiyonudur.

Her koşul altında, daima en iyisini yapın, ne daha fazla ne daha az. Ama şunu daima hatırlatmanızda yarar var: An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır. Çünkü diyor; sabah taze ve enerjik olarak yaptığınız en iyiyle, akşam yapabileceğimiz en iyi aynı olmayacaktır. Gün içinde duygu değişim durumunuz gibi andan ana, saatten saate olan değişiklik gibi en iyiniz değişecektir. Bu anlaşma bahsettiklerimiz yukarıdaki anlaşmalar içinde geçerlidir.

Son anlaşmamızdan da bahsetmişken anlaşmamızı anlamlandıracak bir Ruiz’in kitapta bizimle paylaştığı bir hikayeyi yazmak isterim, yapacaklarımıza ışık tutacağına inanıyorum.

Acısını dindirmek isteyen bir adam kendisine yardım etmesi için Budist tapınağındaki bir ustaya gider. Adam ustaya sorar: “Usta günde dört saat meditasyon yapsam yüksek bilince ulaşmam ne kadar zaman alır? ”

Usta adama bakar “Eğer günde dört saat meditasyon yaparsan belki on yıla yüksek bilince ulaşırsın.” der.

Adam durur, düşünür ve sorar: “Peki günde 8 saat meditasyon yaparsam ne kadar zamanda yüksek bilince ulaşırım?”

Usta adama bakar ve cevap verir: “Eğer günde sekiz saat meditasyon yaparsan belki yirmi yıla yüksek bilince ulaşırsın.”

Adam şaşırır ve sorar: “Ama daha çok meditasyon yaptığım halde neden daha uzun zaman alıyor?”
Usta tebessüm eder: “Sen bu dünyaya hazzı ve yaşamı feda etmek için gelmedin. Yaşamak, mutlu olmak ve sevmek için buradasın. Eğer iki saatlik meditasyonla yapabileceğin halde, sekiz saat meditasyon yapmaya kalkarsan yorgun düşersin, amacından saparsın ve yaşamdan haz almazsın.
Yapabileceğinin en iyisini yap. O zaman meditasyonun süresinin değil, yaşamının, sevmenin ve mutlu olmanın önemli olduğunu anlarsın.”

Kendimizle anlaşma yapmaya karar verdik diyelim. Anlaşmaları hayatımıza uygulamaya karar verdiğimiz anda da her zaman elimizden gelenin en iyisini yapmayı amaçlamalıyız. İlk seferde uygulayamasak da daha iyisini yapmak için adımımızı atalım. Pes etmek yok! Ama şunu da unutmamak lazım, anlaşmaların bize acı çektirmesi hedefinde değiliz, yapabileceğimiz iyinin bizi yormaması gerekir daha daha fazlası için değil, vicdan yaparak azını yapıp bırakmak da değil, bu durum da bizi mutsuz eder. Dengeli olarak kendimizle anlaşmalara başlayalım. Unutmamamız gerekir ki hayatta her şey dengeli siz de kendi dengeniz ile harekete geçin!

Seda

Etkili Not Almayı Kim İstemez ki!

Merhabaaaa!

Çok çalışıp, çok dinlenip, çok öğrenip, çokça da yoga ve meditasyona ve ailemize zaman ayırdığımız günlerden merhaba. Resmi karantinamın bitişini sağlıkla ve alkışlarla kutladığım bir günden de merhaba!

Not almak ne kadar zordur değil mi? Anlatan kişinin anlattığı konu bir de aşırı ilgimizi çeken ve bize katkı sağlayacak bir konu ise her şeyi yazmak için konsantre olmuş halde ve yazma hızımızla notları almaya odaklanıp her bir noktasını yazmaya çalışırız. Ama bu da anlatan kişinin söylediği her şeyi yazmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Etkili not tutmak ve sonra okuduğumuzda ‘’Ne demek istemişim burada, neden bu şekilde not almışım, yazdığımı da anlamadım’’ dememek için size bugün etkili not tutma yöntemi olan Cornell metodundan bahsetmek için geçtim klavyenin başına. Her ne kadar lise ve üniversite öğrencileri için tasarlanmış bir model olarak belirtilse de bence iş insanlarının da işine yarayabilecek bir yöntem. Neden olmasın ki?

Kısaca bahsedelim;

Walter Pauk'un geliştirdiği bir modeldir Cornell metodu. Sağa eklediğim görüntü de gördüğünüz gibi not kağıdımızı işimize yarayacak şekilde ayırıyoruz ve ilgili kısımlara kendi duyduklarımızla, anlayacağımız şekilde notları almaya başlıyoruz. Sırasıyla aşağıda yazdığım gibi notları almamız etkisini arttıran yöntemdir, benden söylemesi. Adımlarımız şöyle;

Başlık kısmına; katıldığımız ders, seminer, eğitim, vb. başlığı yazıp tarih ve konuyu yazıyoruz.

  • Kaydetme (record)
  • Kısaltma (reduce)
  • Tekrarlama (recite)
  • Yansıtma (reflect)
  • Gözden geçirme (review)
  • Örnekleme (sample)

Metodun yöntemi her ne kadar etkili olsa da her birimizin kendi not alma yöntemi oluyor. Şimdilerde aldığım online eğitimleri bu şekilde notlayarak denemeye başladım. Tekniği hemen uygulamayacaksak da aklımızın bir köşesinde Cornell metodunun da olduğunu unutmayalım.

Seda

Kaynak: Kocakademi.com